28 Ağustos 2008 Perşembe

AŞKA DURAN ŞAİR İLHAN BERK

Cahit Sıtkı’nın “Her mısrada bir cigara yaktırıyorsun” dediği, Necatigil’in “Şirimizin uç beyi” diye tanımladığı, Mehmet Fuat’ın “Elini sürdüğü şeyi şiire çeviriyor” diye andığı ozan İlhan Berk, şiirini, kendisinden 64 yaş genç aşkını ve Bodrum’u anlattı

Bir gün Eleni geliyor
Bir sokaktan ilk defa deniz görünüyor

Cahit Sıtkı Tarancı şiiriniz için ‘Her mısrada bir cigara yaktırıyor’ demiş. Ben de şiirlerinizi okuduğum zaman çok heyecanlanıyorum. Ama sigara içmediğim için de ne yapacağımı bilmiyorum. Ne tavsiye edersiniz?

Çok güzel... Şimdi çok ilginç bir şey o. Bir şairin halinden, bir şair daha kolay anlıyor. 1955’ler yahut 57’ler olabilir. İstanbul’da, Beyoğlu’nda, Salah Birsel’le dolaşıyorum. Cahit Sıtkı’ya rastladık; ben tanımıyorum onu. Salah Birsel beni tanıttı. Adımı söyleyince birdenbire dedi ki, “Kardeşim, sen her mısrada bir cigara yaktırıyorsun.” Bu çok önemli bir şey. Bunu bir şair kavrayabiliyor. Demek ki o zamana kadar yazılan şiirlerde -hâlâ da öyledir ya- bir şiir, bir mısra arka arkaya gelir. Benim o zaman bulduğum teknik ki onu Fransa’da çok sevdiğim Apollinaire diye bir şair vardı, onda fark ettim, dizeleri arka arkaya getirmiyor; aralara boşluklar bırakıyor, atlaya atlaya gidiyor. Benim tekniğim yeniydi. Bu teknik Cahit Sıtkı’yı ilgilendirmiş.

Beyazdı. Beyaz bir su, kocaman, eski
Düşendim ben öpüşünün balkonların-
dan. Vurmuş göğüme yatıyordu Çılgın.

Şiiriniz çok heyecanlandıran ve şaşırtan bir şiir.

Şiir şaşırtmalıdır derim, doğal olarak. Tabii heyecanlandırmalı da. Okur için ve benim için bu önemli bir şey. Bu kolay değildir; bir şiirin heyecanlandırması... Böyle bir şiir yazmak gerekiyor. İlk anda ben şiirimin şaşırtıcılığına inandım. Şaşırtan şiirleri yazmaya çalıştım. Şimdi de doğal olarak devam ediyorum. Şiirin öyle yerleri olmalı ki, okurken bile şiire bombalar sıralamak gerek. Yani öyle bir tekdüzelik değil de birdenbire bir yerlere atlamalı. Birdenbire şiir kendini değiştirmeli, birdenbire okuru şaşırtmalı.

Böyle söylediğinizde şiiri ‘us’la yazılan bir şeymiş gibi algılamak gerekiyor. Ama şiirde ‘us’u dışlamaktan yanasınız. Bu bir çelişki değil mi?

Usun şiirdeki yeri benim gözümde çok azdır. Çünkü usun girdiği yerde heyecan, şaşırtma pek olmaz. Şiir şaşırtmalı dediğim zaman usu bir kenera atalım demiyorum. Gerektiğinde kullanıyorum usu. Çünkü us girdiği zaman her şey anlaşılır oluyor. Diyelim bir Orhan Veli şiirini okuduğunuz zaman baştan sona anlarsınız ilk ağızda. Ben böyle bir şeyi düşünmüyorum. Şiir ikide bir şaşırtmalı, düşündürmeli diyorum.

Şair İlhan Berk’i neler şaşırtıyor?

Gittikçe şaşırtan şeyler azalıyor benim için. Bu kadar yaşayınca... Şaşırtan şeyleri arıyorum. Yaşlı bir şair var, çok seviyorum şiirlerini, kapalı bir şiir. Yakınlarda öldü; bir kaç yıl önce. Bir lafı var, diyor ki; “Şairin hiçbir şeyi yoktur. Bir ünü vardır. O da ohhoooooooo...” Öyle. Şimdi, 1994’te Fransa’da kitabım çıktı. 95’te İspanya’da kitaplarım çıktı. Son olarak yine İspanya’da 4. kitabım çıktı. Geçen yıl da Amerika’da bir kitabım çıktı; seçme şiirler. İspanya’da çıkanlar; seçme şiirler. Ekim’de de seçme şiirler İngiltere’de çıkacak. Ne diye anlattım bunları sana?. Haa... Şimdi Almanya Heidelberg’e çağırdılar beni. Sonra da Hamburg’a da gideceğim.

Şiirlerinizin Türkiye dışında çevriliyor ve okunuyor olması neler hissettiriyor?

İspanya’da tanınıyorum. Şairlerin hayatı hep böyledir, kim okur, kim sever bilmezsiniz.

Böyle bir merakınız vardır ama...

Şimdiye kadar olan merakımdan biliyorum ki kitaplarım oralarda tekrar basılmıyor. Bir İngiliz için bir Alman için bir İlhan Berk kimdir? Orada kitap çıkıyor, belki bir yirmi kişi ilgileniyor.

Şair İlhan Berk’i nelerin şaşırttığını konuşuyorduk...

Azaldı... İlgi alanlarım azaldı çünkü. Bütün ilgiyi şiire gösteriyorum. Ondan başka birşeyle ilgilenmiyorum.

Sizin şiirinizde beni çarpan, etkileyen şeyin ne olduğunu düşünürken şu sonuca vardım. Siz ‘Nesne öznesine karşı gelmesini bilmeli’ diyorsunuz. Çok etkilendiğim, nesnenin özne yerine geçtiği dizeleriniz var:
Gece burada uyuyor.”
“Güneş uzanırdı.”

Benim laflarım mı bunlar?

Kitaplarınızdan alıntı yaptım...
“Bir uyku, balkona yaslanıyor”

Müthiş!

“Yağmur, haritayı açıp nereden başlayayım diyor.”
“Bir ağaç öne çıkıyor, bir şey söylemek istiyor.”
“Dolaşmaya çıkmış deniz kıyısı kendine yeni yerler arıyor”

Çok ilginç!

Unutuyor musunuz şiirlerinizi?

Bunları faksla bana. Unutma. Sizi alıp götüren bir şey özne. Ama öznenin ikide bir nesnenin önüne çıkması kullanılmasından rahatsızlık da duyuyorum. Özne yer değiştirmeli nesneyle. Öznenin başa geçmesini geciktirmeliyiz. Böyle bir şiir yapısı içinde zikzaklar oynayabilsin istiyorum.

Şaşırtıcılığı sağlayan şeylerden biri de bu sanıyorum.
Böyle bir boşluk da isterim. Aransın biraz diye. Ne demek istiyor bu adam diye...

Şiiriniz üzerine düşünürken şiirinizi masalsı bulduğumu da söylemeliyim.
Masalsı mı?

Evet masalsı ve sözcüklerinizin uzun gölgeleri olduğunu düşünüyorum.
Çok güzel. Boş kağıt var mı, yazsana oraya bu söylediklerini.

Yazdım.
Verir misin onu bana? Evet. Sözcükler üzerine yazıyorum da bunu orada kullanabilirim

Benim gölge olarak düşündüğüm, imgeler ve çok anlamlılık olabilir mi?
Bir okuyuşta kendini bitiren bir şiir değil... Öyle bir şiir yazdığımı sanıyorum. Tabii öyle şiirlerim de var. Bugün öyle düşünüyorum daha çok.

“Atımı istedim evin göğü gerindi” dizenizi okuduğumda, göğün çatısı benmişim de çatırdıyorum gibi geldi bana...
İlginç tabii. Mehmet Fuat çok severdi bu dizeyi.

Çağlar arasında mekik dokuyan bir şiir aynı zamanda sizin şiiriniz. “Unutmak yoktu, daha zaman bölünmemişti. Saydamdı, baktı mı görülürdü” diyorsunuz.
Daha çok “Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum” kitabından.

Bazı dizelerinizi hayatımızla ilgili bir kilidi açabilecek güçte buluyorum. Bu o kadar çok ki sizde. Sizin de bazı sözlerinizi ve şiirlerinizi anımsamadığınızı görünce?.. Birden çok kişinin yaşamı var sanki sizde.
Güzel bir şey bunları görebilmeniz. Şair, köktenliği arıyor. Büyük bir kavrayışı yakalamak istiyor. Yeryüzünden böyle bir şeyin geçişini yakalamak istiyor. Çağı geçiyor mesela, o çağı yakalamak istiyor şair. Şimdi, Lizbon’dayım, Pessoa’nın yaşadığı kahveye gittim. Pessoa’nın yanında oturuyorum. Onunla çay içiyorum. Sonbahardı ama güneşli bir gündü. Bir kadın paltoyla geçti, müthiş giyinmiş. Heykele baka baka geçti. Birden ‘Bu kadın Pessoa’nın sevgilisi olabilir’ diye düşündüm.

Neden?
Bilmiyorum. Çünkü dünya Lizbon denilen bir kenti öğreniyor. Bir adam var, “Lizbon’da yaşamıştı” deniyor ve şiirleri yayılıyor. Bu çok hoşuma gitti benim. Orada bir kenti temsil ediyor adam. O kahveye gidermiş her zaman. O kahveci de onun heykelini yaptırmış.

Şiir dışında nelerle ilgilenmek isterdiniz?
Şiir dışında hayatla ilgilenmek isterim. Çok kadınlar sevdim mesela. Şimdi de birini seviyorum. Başka birisini de görmüyorum mesela, böyle bir şey.

Dururum herhalde aşka, herhalde oraya
Birisini severken başka birisiyle de mi heyecanlanmayı istiyorsunuz?
Şimdi artık heyecanlandırmadığını görüyorum. Bir değişiklik bu tabii ki. Çok değişik bir şey görmüyorum. Çok kalabalık bir şeyin içinde yaşıyorum. Neyse...

Mario Luzi’nin “Zaman ki aynı kılar her şeyi” sözünü kullanmıştınız Kült Kitap’ta. Farklı yaşlarda aşkın yaşanmasına dair farklılıklar da oluyor mu?
Tabii, tabii... Benim hayatımda aşk hiç eksilmedi. Şimdi de 24 yaşında bir sevgilim var. Başka bir şey pek ilgilendirmiyor beni. Bu ne demek? Azalıyor demek. Birisinin üzerinde toplanıyor bu. Yaşla belki böyle bir şey oluyor. Ama pek olmazdı eskiden.

Odaklanma mı?
Odaklanma, evet. Hayat beni şaşırtmıyor dediğim zaman bunu söylemek istedim.

Bu enerji ile ilgili olsa gerek?
Enerji... Beni hep bir insan ilgilendirmiştir, çarpmıştır beni. Kitaplarımın çoğunda bunları yazmışımdır.

Siz şiirde de erotizmden değil, tutkudan yana tavır alıyorsunuz değil mi?
Evet.

DEVRİMCİDİR KADIN, MÜTHİŞTİR

Bir söyleşinizde aşk için “Bu bilinen bir şey değildir. Biliyormuşuz gibi davranıyoruz” diyorsunuz. Sizce, üzerinde bu kadar çok konuştuğumuz, kafa yorduğumuz, kütüphaneler dolusu kitap yazılmış bir konu olan aşk, niçin hâlâ bilinemez bir şey?
Evet. İyi bir laf etmişim; biliyormuşuz gibi davranıyoruz demişim. Hakikaten bilinen bir şey değil aşk. Evvela şu çok önemli; aşkı bilmiyoruz başımıza geliyor aşk. Çarpan bir şey. Yani birisine rastlayacağım, ilişki kuracağım diye düşünemezsin. Bu birdenbire çarpıverir. Aşkın bütün benzersizliği, büyüklüğü; başa gelen bir olay olmasındandır. Tak diye geliyor. Hesaplı, düzenli bir iş değil, anlatabiliyor muyum? Devrimcidir kadın, müthiştir, insanı değiştiren bir şeydir. Hayatını altüst ediyor; büyük bir şey.

Gövdenin hâlâ özgürlüğe kavuşamadığından ve tarihin insan gövdesini sevisel bir varlık olarak görmek istemeyişinden söz ediyorsunuz. Şairler herhalde bu konuda en az tutucu davrananlardır...
Aşka kapalıdırlar diye mi düşünüyorsunuz?

Hayır, tam tersini düşünüyorum.
Evet. Ortaçağ kapatmıştır bazı şeyleri. Aşk çok büyüktür. Kadını yüce bir varlık olarak görüyorum. Devrimcidir kadın. Bu varlığın görülmemesi anlaşılır bir şey değil.

KADINI EN İYİ ŞAİRLER ANLAMIŞTIR

Bazı insanlar, şairler ve yazarların aşka ve çoğul ilişkilere daha açık, onların bu konudaki enerjileri daha yoğun olduğunu düşünür. Sizce?
Şimdi şu söylenebilir. Kadını, en iyi şairler anlamıştır diyebilirim. Kadın üzerine, aşk üzerine o kadar duruyor ki şairler; haklıdırlar. Yüce bir şeydir. Büyük bir şeydir demek istiyorum.

Bu dünyada bir senin yalnızlığına vardım

Arif Damar’la söyleşimizde Dağlarca ile aralarında geçen şu konuşmayı aktarmıştı: Arif Damar, Dağlarca’ya “Şairden iyi sevgili olur, iyi koca olmaz” diyor. Dağlarca da “Şairden iyi sevgili de olmaz iyi koca da” diye yanıtlıyor.
Ben kötü bir koca olduğumu sanmıyorum ama doğrudur söyledikleri. Mesela benim karım çok iyi bir insandı. Beni müthiş beslemiştir. Düzeltmiştir beni. Ben de ona karşı tabii kendimi şey yapıyorum... Ama bir yerde şöyle bir şeye giriyorsunuz. Mesela diyelim ki özel olarak karım için yürürdük Bodrum’da. Beraber yürümüş olmak... Fakat yolun bir yerinde bakıyorsunuz ki yine kendini dalmış olarak bulursun. Bunu fark ediyordu, kırılmıyordu. Böyle bir şey var. Şair çok kendine bağlı bir adam. Ben mesela şöyle demiştim karıma: “Bak” dedim; “evvela benim şiirim var. Sonra sen, sonra oğlan var.” Bütün hayatımda bu gerekçeyi uyguladım. Bu tabii bir kadına karşı söylenilir laf değil. Gerçek bu. Buradan ne çıkartırsanız çıkarırsınız.

Bu eşiniz Edibe Hanım’ın da kabul ettiği bir şey.
Çünkü bir adamı sevmiş. Ondan bir çocuğu var.

Bir şair olarak siz hangi şehirle ilişkilendirilmek, anılmak istersiniz?
İstanbul olmasını yeğlerim. İstanbul büyük bir şehirdir. Beni çarpar, şaşırtır. Her an, her sokak, her dönemeç şaşırtır insanı, düşündürür. Öyle bir kent yeryüzünde çok az vardır. O yüzden İstanbul’u çok severim.

Ama Bodrum da yaşıyorsunuz?
Bodrum’da yaşıyorum, evet. Benim yazı evimdir Bodrum. Yazı odamdır. Pek ilişkim yoktur kentle. Başlangıçta biraz vardı. Şimdi buraya kapanıyorum, burada çalışıyorum.

Hâlâ bitirdiğinizi düşündüğünüz şiirleri sokaklarda okuyor musunuz?
Her bitirdiğim şiiri genel olarak kendi kendime okurum dışarıda.

Kendi şiirleriniz ezberinizde kalır mı?
İlk yazdıklarım hep kalır. Bir defa şiir bende tam olarak çıkar, yani ezberimdedir şiir. Sonra unutuyorum tabii.

Bir çırpıda dilinize gelen, ezbere söyleyebileceğiniz bir şiiriniz var mı?
Ezbere hiçbirini söyleyemem. Son yazdıklarımdan az buçuk söyleyebilirim ama parçalanmış olarak. İki dize okuyabilirim: “Ben durdum / yol yürüyordu.”

Genç kuşaktan kendinize ‘akraba’ gördüğünüz şairler yok mu?
En çok sevdiğim Sina Akyol. Gonca Özmen, Haydar Ergülen, Birhan Keskin, Gülten Akın... Sevdiğim şairler çok var yani...

Yeni şairler keşfetmeyi seviyor musunuz?
Yeni şairler tabii şiirlerini gönderiyorlar. Bakıyorum kitaplara. Beni ilgilendirirse bazen telefon da ediyorum veya yazıyorum; ‘Şiirinizi sevdim’ diyorum. İlgilendirmiyorsa hiçbir şey göndermiyorum.

HER SÖZCÜK BİR FIRTINADIR

Akımlarla ilgili olarak, şu anda şiirde yeni bir akımdan, oluştan söz edilebilir mi?
İkinci Yeni hâlâ yaşayan bir akım olarak sürüyor. Ondan beri böyle değişik bir şey henüz yok. Her zaman da olmaz bu. Çağlar içinde mesela 18. Yüzyıl Fransız şiirinde ünlü şairler yoktur.

Bunu neye bağlıyorsunuz, toplumsal dönüşümlerle mi ilgili?
Bir şeye bağlamıyorum. Çağımızın çok değişik şairleri var. Çağı etkilemeyi sürdürüyorlar. Dünyanın her yerinde şiir yazılıyor. Bunların birçoğunu da okuyoruz zaten. Dünyada da yani gözümden Amerikan şiiri çok büyük olarak geçiyor. Fransız şiiri çok büyüktü, büyüklüğünü kaybetti. İtalyan şiiri için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Akımı tanımlarken, ‘Bazı ozanların çağa parmak kaldırmasıdır’ diyorsunuz. ‘Şiir horozu kaldırılmış bir tabanca gibidir’ diyorsunuz. Şiir bugün o güçte olmadığı için mi yeni akımlar ortaya çıkmıyor?
İlginç.


Sözcükleri kaldırın dünya durur” ve “Her sözcük bir fırtınadır, yalnız şiirde patlar...”
İlginç.


Bu dizeleri herhalde kendinizden geçme halinde yazdınız...
Epeyce yoruldum. Bilmiyorum cevaplayabildim mi... Şair kendine çekiliyor. İhtiyaç duyarsa ilgileniyor. Asıl sorun kendisi. Şair devamlı kendini kurcalar. Bütün derdi şairin kendisi, kendi sorunları. Onun dışında dünyayı bazen ıskalayabiliyor.

KAYNAK:NTVMSNBC.COM
RÖPORTAJ: YASEMİN ARPA 15 EYLÜL 2006

BÜYÜK ŞAİR İLHAN BERK'İ YİTİRDİK!



Edebiyat dünyasının acı kaybı... Ünlü şair İlhan Berk 92 yaşında prostat kanserine yenik düştü.

İlhan Berk, yaklaşık 1 haftadır prostat kanseri ve kronik böbrek yetmezliği şikayetiyle tedavi gördüğü Bodrum Devlet Hastanesinde kalp ve solunum yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti.


40 yıl önce Bodrum’a yerleşen Berk, bir süredir Bodrum Devlet Hastanesi’nde prostat kanseri nedeniyle tedavi görüyordu. 19 Ağustos’ta durumunun ağırlaşması üzerine hastaneye yatırılan Berk, öğle saatlerinde yaşamını yitirdi. Berk, Cumartesi günü Adliye Camisi’nde öğlen kılınacak cenaze namazının ardından Türbe Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

İLHAN BERK KİMDİR?

İlhan Berk, 1916 yılında Manisa’da dünyaya geldi. Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’ndan mezun olan Berk, Espiye’de 2 yıl ilkokul öğretmenliğinden sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne girdi.

Enstitünün Fransızca bölümünden 1944’te mezun olan Berk, 1945-1955 yılları arasında Zonguldak, Samsun ve Kırşehir’de ortaokul ve liselerde Fransızca öğretmenliği yaptı. Ankara’da Ziraat Bankası’nın yayın bürosunda çevirmenlik yapan usta kalem, 13 yıl sonra 1969’da emekli oldu.

Arthur Rimbaud ve Ezra Pound’un şiirlerini çevirerek kitaplaştıran İlhan Berk, Bodrum’a yerleşti. Berk, bu tarihten sonra kendini tümüyle yazmaya verdi ve bir anlatı kitabının dışında, yalnız şiir ve şiire ilişkin yazılar yazdı. Berk, modern dünya şiirinin iki büyük şairi sayılan Arthur Rimbaud ve Ezra Pound’un kimi şiirlerini de çevirerek kitaplaştırdı.

“YAZMAK MUTSUZLUKTUR”

İlhan, Berk, ilk şiirlerini Manisa Halkevi’nin dergisi Uyanış’ta 1935 yılında yayımladı. Berk, 19 yaşındayken “Güneşi Yakanların Selamı” adıyla kitaplaştırdığı bu şiirlerinde “hece vezni” kullandı. Bu eserler, o dönemin şiir anlayışına özgü bir karamsarlık taşıyordu. “Sonsuzluk”, “kızıl”, “hulya”, “ateş” en sevdiği sözcüklerdi. Şairin, sembolist şiirden esinlenilmiş izlenimi veren imgeler yapmayı sevdiği, “Bir karanlık gecenin masmavi seherinde/Kızıl başörtünle gül yüzlü bahçede görün” mısralarında görülüyordu.

İlhan Berk, 1940’lara doğru “Yeni Edebiyat” anlayışı içinde yer aldı. Servet-i Fünun (Uyanış), Ses, Yığın, Yeryüzü, Kaynak gibi dergilerde yazılar kaleme alan Berk, Türk şiirinin en deneyci şairlerinden biriydi.

Berk, 1979’da “Kül” ile TDK Şiir Ödülü, “İstanbul” ile 1980 Behçet Necatigil Şiir Ödülü, 1983’te “Deniz Eskisi” ile Yedi Tepe Şiir Armağanı’nı, 1988’de “Güzel Irmak” ile Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazandı.

Uzun yıllara yayılan şiirini eskitmeden bugüne değin taşıyan ve “mutlu insanın yazamayacağını” düşünen İlhan Berk, bir dizesinde şöyle seslenir:“Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz/Bu yeryüzünü olduğu gibi görmeme engel olan/Ve bana bu yeryüzünü cehennem eden/Bu yazmak eyleminden kurtulduğum, mutlu olduğum bir tek şey var: Resim yapmak...”

ESERLERİ:


ŞİİR:

Güneşi Yakanların Selamı (1935)

İstanbul (1947)

Günaydın Yeryüzü (1952)

Türkiye Şarkısı (1953)

Köroğlu (1955)

Galile Denizi (1958)

Çivi Yazısı (1960)

Otağ (1961)

Mısırkalyoniğne (1962)

Âşıkane (1968)

Taşbaskısı (1975)

Şenlikname (1976)

Atlas (1976)

Kül (1978)

İstanbul Kitabı (1980)

Kitaplar Kitabı (1981)

Deniz Eskisi-Şiirin Gizli Tarihi (1982)

Delta ve Çocuk (1984)

Galata (1985)

Güzel Irmak (1988)

Pera (1990)

Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum (1993)

Avluya Düşen Gölge (1996)

Şeyler Kitabı Ev (1997)

Çok Yaşasın Sayılar (1998)


DÜZYAZI:

Şifalı Otlar Kitabı (1982)

Bir Uzun Adam (1982)

El Yazılarına Vuruyor Güneş (1983)

İnferno (1994)

Kanatlı At (1994)

Logos (1996)

Poetika (1997)


ÖDÜLLERİ

1979 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Kül ile

1980 Behçet Necatigil Şiir Ödülü İstanbul Kitabı ile

1983 Yeditepe Şiir Armağanı Deniz Eskisi ile

1988 Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü Güzel Irmak’la (Ferid Edgü ile paylaştı)