12 Haziran 2008 Perşembe

33.DYO RESİM YARIŞMASI

Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, Türk Resim Sanatı'nın gelişim sürecini 1967'den bu yana yakından izlemeyi ve desteklemeyi ilke edinen DYO Resim Yarışmaları'nın 32.sini DYO adına düzenlemektedir. Boya ve Kimya Sanayinin öncü kuruluşlarından DYO bu yarışmaya katılacak tüm sanatçılara başarılar diler.

YARIŞMA ŞARTNAMESİ

Katılma Koşulları

  • Yarışma, Seçici Kurul'da görev alanlar dışında tüm sanatçılara açıktır.
  • Yarışmaya katılacak eserler yağlıboya, akrilik veya özgün baskı tekniğinde olabilir.
  • Her sanatçı yarışmaya en fazla 3 eserle katılabilir.
  • Konu serbesttir.
  • Yarışmaya katılan eserler daha önce yarışmaya katılmamış, ödül almamış veya herhangi bir yerde yayınlanmamış olmalıdır.
  • Eserlerin kısa kenarları 60 cm'den küçük, uzun kenarları ise 1.50 m'den büyük olmamalıdır.
  • Yarışmaya katılacak sanatçılar 18 yaşını doldurmuş olmalıdır.

Başvuru ve Eserlerin Teslimi

  • Yarışmaya başvuru aşağıdaki adreslerden temin edilecek katılma belgesi ve özgeçmiş formu eksiksiz doldurularak, eserler ile birlikte aynı adreslere gönderilmek veya teslim edilmek suretiyle yapılır.
  • Eserlerin arka yüzünde sanatçının adı ve soyadını, eserin adını, boyutlarını ve fiyatını belirten bir etiket bulunmalıdır.
  • Eserler 19 Eylül 2008 akşamına kadar teslim edilmiş olmalıdır.
  • Posta ve kargo ile gönderilecek eserlerin tüm sorumluluğu sanatçıya aittir.
  • Başvuru ve eser teslimi aşağıdaki adreslere yapılacaktır.

YAŞAR EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI
Şehit Fethi Bey Caddesi No.120 / İZMİR
Tel : (232) 482 22 00

YAŞAR HOLDİNG A.Ş. ANKARA TEMSİLCİLİĞİ
Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ali Suavi Sokak No.11 Maltepe / ANKARA
Tel : (312) 294 92 00

YAŞAR HOLDİNG A.Ş. İSTANBUL TEMSİLCİLİĞİ
Set Üstü No.23 Kabataş / İSTANBUL
Tel : (212) 251 46 40

Ödüller

Sergilenmek üzere seçilen eserler arasından,

  • Pentür dalında 4 esere eşit 10.000.-YTL, özgün baskı dalında 1 esere 3.000.-YTL başarı ödülü ve plaketi verilecektir.
  • Diğer eserler sergilerde sanatçıların arzuları doğrultusunda satılabilecektir.
  • Satılan eserler, satın alanlara sergilerin sonunda teslim edilecektir.

Seçici Kurul

Prof. Devrim ERBİL

Prof. Neşe ERDOK

Prof. Dr. Turan EROL

Prof. Kaya ÖZSEZGİN

Prof. Hasan PEKMEZCİ

Prof. Fahri SÜMER

Prof. Dr. Süleyman Saim TEKCAN

Sonuçlar

  • Yarışma sonuçları basın yolu ile duyurulur.
  • Ödül kazanan ve sergilenmeye değer bulunan eserler İstanbul, Edirne, İzmir, Malatya, Şanlıurfa, Ankara, Kıbrıs / Lefkoşe, Kayseri, Trabzon ve Denizli'de sergilenecektir.
  • Ödül kazanan eserler bütün haklarıyla birlikte satın alınmış gibi işlem görür ve DYO Koleksiyonu'na girer. Eser üzerindeki tüm fikri ve sınai haklar DYO'ya aittir.
  • Sergi tarihleri ayrıca duyurulacaktır.
  • Ödül kazanmayan ya da satın alınmayan eserler sanatçılara teslim alındıkları yerde ya da masraf ve sorumluluk kendilerine ait olmak üzere kargo ile iade edilecektir. Vakıf, üç ay içinde geri alınmayan eserlerden hiçbir şekilde sorumlu değildir.


Diğer Koşullar


Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, yarışmaya katılan eserleri teslim aldığı andan teslim edeceği ana kadar geçen süre zarfında sigorta dahilinde korumaya yönelik her türlü önlemi alır. Eserin hasara uğraması halinde sanatçıya ekspertiz raporu ile belirlenen bedel üzerinden ödeme yapılır.
Yarışmaya ilişkin her türlü bilgi için ;


YAŞAR EĞİTİM ve KÜLTÜR VAKFI
Şehit Fethi Bey Cad. No:120 İZMİR
Tel : (232) 482 22 00
Faks: (232) 484 17 89
e-mail : vakif@yasar.com.tr

9 Haziran 2008 Pazartesi

MUNCH'UN "ÇIĞLIK" ADLI TABLOSU YENİDEN MÜZEDE



Norveçli ressam Edward Munch’un 2004’te çalınan paha biçilmez “Çığlık” tablosu, Norveç müzesindeki yerini yeniden aldı.

Başkent Oslo’daki Munch Müzesi, çalındıktan sonra 2006 Ağustosta yıpranmış halde bulunan ve uzmanlarca yeniden onarılan 1910 yapımı tablo için güvenlik önlemlerinin bu kez daha sıkı alındığını kaydetti.

Müze, 26 Eylül’e kadar sürecek sergide, “Çığlık”ın yanı sıra sanatçının diğeriyle birlikte çalındıktan sonra bulunan “Madonna” adlı eserini de sergiliyor.

EDVARD MUNCH(1863-1944)

Edvard Munch, 1863 yılında Loten’de, Dr. Christian Munch ve Laura Cathrine’in ikinci oğulları olarak dünyaya gelmiştir. 1864 yılında aile Christiana’ya (bugün Oslo) taşınmıştır. Burada, Edvard henüz 5 yaşındayken, annesi 1868’de verem hastalığından hayata veda etmiştir.

Bundan sonra beş kardeş için zor bir yetişme dönemi söz konusu olacaktır. Edvard’ın çok küçük yaşta annesiz kalması, onu derinden etkilemiş olmalıdır. Ama onu daha da fazla etkileyen olay, kendisinden sadece bir yaş büyük olan kızkardeşi Sophie’nin de annesini alıp götüren verem hastalığına yakalanmış olmasıdır. Kardeşinin günden güne tükenişine tanık olmak, ergenlik dönemindeki Edvard için oldukça acı bir deneyim olmuştur. Sanki küçük yaştayken tam olarak anlamlandıramadığı annesinin ölümünü, Sophie’nin hastalığı süresince bu kez gerçekten yaşamıştır. Kızkardeşi, 15 yaşındayken 1877 yılında hayatını kaybeder.

Yaşadığı acı tecrübeler iç dünyasında derin yaralar bırakırken Edvard Munch, 1879’da başladığı mühendislik eğitimini 1880’de terkederek ressam olmaya karar vermiştir. Oslo’da akademiye giren Munch, 1882 yılında kendisi gibi altı sanat öğrencisiyle birlikte bu şehirde bir atölye kiralamıştır. Buradaki çalışmalarını, Norveç’in o dönemde en önemli ressamlarından birisi olan Christian Krohg yönlendirmiştir. Krohg, bu sırada Paris’ten henüz dönmüş ve orada özellikle Manet’nin resimlerinden etkilenmiştir. Sanatın merkezinden aktarılan izlenimler, diğer gençlerle birlikte Munch’u da heyecanlandırmış olmalıdır.

Munch, 1883’de Oslo Sonbahar Sergisi’nde ilk defa olarak resimlerini göstermiş, aynı dönemde Oslo’nun sanat ortamına da girmiştir. 1885 Antwerp Dünya Sergisi’nde, aralarında kızkardeşi Inger’in portresinin de bulunduğu resimlerini sergilenmiştir. Bu resimle birlikte, 1885/6’da yaptığı Hasta Çocuk adlı çalışmasını 1886’daki Oslo Sonbahar Sergisi’nde göstermiştir. Ancak, her iki çalışma da kamuoyunun tepkisini çekmiştir. Hasta Çocuk, konu olarak Munch’un yakın geçmişine göndermeler içermektedir. Çok da uzak olmayan bir süre önce kızkardeşi Sophie, böyle bir hasta yatağında verdiği hayat mücadelesinde her an yenik düşmekteydi.

Ancak, konunun genel etkisi ve Munch’un hayatındaki yeri bir yana, resim üslup açısından da ‘dramatik’ bulunmuş olmalıdır. Resim yüzeyinde fırça lekeleri ve akıtmalarla oluşturulan dokular ve resmin tamamlanmamış etkisi bırakacak şekilde ele alınışı, bu çalışmaya yönelik tepkilerin asıl hedef noktasını oluşturmuş gözükmektedir. Oysa, konunun dramatik etkisini arttıran bu üslup anlayışı, Munch’un sanat kariyeri boyunca izleyeceği yolun ana çizgisini ortaya koymaktadır.

Munch, hayatı boyunca tüm tepkilere karşın sanat çizgisinden taviz vermeden yoluna devam etmiştir ve henüz 23 yaşındayken, 1889 yılında, Oslo’da 110 eserden oluşan ilk kişisel sergisini açmıştır. Aynı yıl devlet bursuyla, sanatı üzerinde derin etkisi olacak Paris’e gitmiş ve Léon Bonnat’ın sanat okuluna girmiştir. Bu tarihten sonra, Fransa ve Paris, hayatı boyunca çeşitli fırsatlarla döneceği bir uğrak noktası olacaktır.

İlk Paris deneyimi, onu yeni sanat arayışlarına yönlendirmiş görünmektedir. 1890 tarihli Karl Johan’da Bahar Günü, yeni- izlenimci tarzda bir resimdir. 1891 tarihli Rue Lafayette, Paris’te bir süre yaşadığı caddenin görünümünü benzer bir üslup anlayışı içerisinde yansıtmaktadır. Sanatçının başından beri yatkın olduğu serbest fırça vuruşlarının, neredeyse noktacı bir anlayışta ele alındığı bu şehir görünümlerini, 1891 tarihli Oslo Fiyordu Üzerinde Ayışığı adlı manzara izler. Burada fırça vuruşları daha kalın ve sadedir; resim yüzeyinde belirgin bir yalınlaşma hissedilmektedir. Belli ki Munch, Paris’in ilk etkilerini aşmakta ve bir ‘ara dönem’in ardından tekrar kendi üslup çizgisinin tutarlılığı içerisinde gelişimini sürdürmektedir.

Ancak Paris, en azından onun renk anlayışını belirgin bir şekilde değiştirmiş görünmektedir. Bundan sonra resimlerinde farklı renk düzlemlerini kullanmaktan geri kalmayacaktır. Resim yüzeyindeki doku arayışları ve figürlerdeki yalınlaşmanın ardından, rengin de bir ifade aracı olarak önemini kavramıştır.

1891 yılında Nice’de, Hayat Frizi adlı bir seri tuval resmi üzerinde çalışmaya başlayan Munch’un, 1892 yılında Berlin’de açtığı kişisel sergi, basının ve halkın büyük tepkisini çekince bir hafta sonra kapatılmıştır. Ancak Berlin’de, aralarında Strindberg’in de bulunduğu entelektüel bir çevreyle kurduğu ilişkiler, bu şehri kendisini besleyen önemli bir merkez konumuna getirmiştir. Berlin, Munch’un sanatındaki sembolist eğilimlerin gelişiminde etkili olan bir ortamı barındırmaktadır.

Bu dönemde yaptığı çalışmalardan 1893 tarihli Ses, arka planda durgun suya düşen ay ışığının oluşturduğu dikey- sarı hat, bunun önünde yer alan dikey ağaç gövdeleri ve resmin sol ön kısmındaki kadın figüründen oluşmaktadır. Bu dikey hatları, göl kıyısını tanımlayan yatay hat dengelemektedir. Bütün resme yoğun bir atmosfer duygusu hakimdir. Munch’un Hayat Frizi çalışmaları üzerine yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleştirdiği bu resmin devamında, sanat tarihinin başyapıtlarından birisi olan Çığlık gelmiştir.

1890’lı yıllar Munch’un üretken bir dönemini işaret etmektedir. 1894’de Berlin’de ilk gravür ve taşbaskılarını üretmeye başlamıştır. Bu sırada, aralarında Kadının Üç Durumu ve Madonna gibi resimlerin de bulunduğu Hayat Frizi’nin çalışmalarına devam etmektedir. Madonna, doğum ve ölüm kavramlarını ele aldığı önemli eserlerinden birisidir. 1895 tarihli Ayışığı ise, iki yıl önce yaptığı Ses’in bir devamı niteliğindedir; bu kez manzaradan figür kaldırılmıştır.

Bu dönemde Paris, Berlin gibi sanat merkezleri ile Norveç’te yaşamını sürdüren Munch, bir yandan kadın ve kadının erkeğin iç yaşantısındaki yerini irdelediği (Erkek ve Kadın/ 1898, Öpüş/ 1897, Hayat Dansı/ 1897- 99) resimlere yoğunlaşırken, diğer yandan erken kariyerinin değişmez teması olan hastalık ve ölüme de ilgi göstermiştir (Ölüm Döşeği/ 1895, Hasta Odasında Ölüm/ 1895, Ölü Anne ve Çocuk/ 1897- 99).

1899’da birkaç kez döneceği Köprüde Kadınlar konusunu ilk kez ele alan Munch, 1900 yılında uzun süredir üzerinde çalışmakta olduğu Hayat Frizini tamamlamış ve frizin tamamını 1902 Berlin Sezession’unda sergilemiştir. Bundan sonra Oslo, Paris, Berlin gibi merkezler başta olmak üzere, Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde bulunan, sergiler açan ve siparişlere yanıt veren önemli bir ressam olarak Munch, portre ve manzara çalışmalarına ağırlık vermiştir. 1908 yılında geçirdiği bir sinir krizi sonucu altı ay hastanede yatan sanatçı, yaşamının sonuna kadar üretmeyi sürdürmüş, ancak 1930 yılında geçirdiği bir göz rahatsızlığı çalışmalarını yavaşlatmıştır.

1937’de Nazi yönetimi, Munch’un Alman müzelerindeki çalışmalarından 82’sini ‘yoz sanat’ şeklinde nitelemiş ve çoğunu satmıştır. 1940 yılındaki Alman istilası, Norveçli ressamın hayatının son dönemindeki acı deneyimlerden birisi olmuştur. 1942 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk sergisini açan Munch; deforme edilmiş figürler, işlenmemiş yüzeyler ve yoğun renk kullanımı ile olduğu kadar resimlerinde yarattığı atmosfer etkisi ve konuları ile, başta dışavurumcular olmak üzere pek çok 20.yüzyıl sanatçısını derinden etkilemiştir.

Onun Çığlığı, her bireyin atılmamış çığlığı olarak, yapıldığı günden itibaren boşlukta dalgalanmaya devam etmektedir.

ÇIĞLIK

En önemli ve etkileyici resimlerinden biri olan Çığlık'ın 50'den fazla gravürü vardır. 1893 tarihli ilk çalışması renklidir. Resimde insanın yalnızlığına ve korkusuna şahit oluruz. Körfez, küçük yelkenli gemiler ve resmi çaprazlama kesen parmaklıklı köprü, sahnenin kuzey sahilinde olduğunu gösterir. Munch 1892 yılında hastalığı sırasında yazdığı günlüğünde bu sahneden söz eder ; "İki arkadaşımla güneşin batışında yürüyordum. Aniden gökyüzü kahverengiye dönüştü, durakladım, hissizleştim ve bir parmaklık üzerine dayandım. Kentin ve mavi fiyordun üzerinde ateşin dili ve kan vardı. Arkadaşlarım yürümeye devam ettiler ben ise hala orada korkuyla titreyerek kalakaldım ve doğanın içinden gelen sonsuz çığlığı duydum".

Amerikalı sanat tarihçisi Robert Rosenblum Munch'un ölü kafaları için Paris L'Homme müzesindeki bir Peru mumyasını model olarak aldığını öne sürmüştür.. Munch Dostoyevski ve Kierkegaard okurdu. Kierkegaard'ın şu pasajından etkilenmiş olmalı (Ruhum öyle ağır ki hiçbir düşünce artık onu yükseltemez ne de kanat vuruşlarım onu sonsuzluğun içine çekemez. Herhangi bir şey onu kımıldatmazsa sadece yeryüzünde kalır, fırtınadan önce alçakta uçan bir kuş gibi. Ezicilik ve kaygı iç dünyamın üzerine çöküyor). İnsana özgü olan içsel bunalımların sembolik bir görünümü olan resimde ön plandaki figür başını elleri arasına almış ve gözleri dik, ağzı sonuna kadar açık, yanakları bağırır durumda gösterilmiştir. Yılankavi figürün diğer iki figürden uzakta ve tek başınalığı yalnızlığı ve bunun dehşetini simgeliyor. Bütün çizgiler çığlık atan başa doğru akıyor. İnsanın umutsuzluğunu, mutsuzluğunu, endişelerini, boğuntularını, korkularını, acılarını ve çaresizliğini dile getiren bu resim dışavurumcu bir ifadeye sahiptir. Renkler ruhsal durumu daha da vurguluyor. Gökyüzünün kırmızı ve sarıyla dalgalı görünümüne karşılık deniz açık renkle kara ise koyu mavilerle oluşturulmuştur. Gökyüzünün hali fırtına öncesi sessizliği işaret ediyor. Çığlık atan figürde ve köprüde toprak renkleri göze çarpar. Resimdeki dalgalanma hareketlilik sağlamaktadır..